Thursday, July 26, 2012

Cemil Filmer'in "Hatıralar"a girişi


“Babam Sultan Abdülhamid’in Suvari Muhafız Alay Komutanı Ahmet Şükrü Bey’dir. Dedem İstanbul’da Fatih’de en büyük kıraathanenin sahibi olan Mehmed Efendi’dir.

Amcam Hacı Burhan Efendi Zindankapısı’nda ip, halat satıcısı idi. Amcamın Kapalıçarşı’nın Çakmakçılar kapısında bir de dükkanı vardı. İstanbul’un ve belki de Türkiye’nin o yıllarda en meşhur örücüsü idi.

Babam amcama nazaran daha modern bir zat olup Şişli tarafında, amcam Burhan Efendi o zamanların muhafazakar zevatının oturduğu Fatih’de yerleşmişti.

Babamın oniki çoçuğu olmuştur. Beş kez evlenmiştir. Annem babamın üçüncü hanımıdır. Ana baba bir üç kardeştik biz. Ağabeyim Ziya Nişantaş’dır. O yıllarda soyadı olmadığı için doğum yeri veya oturulan muhit ile isimlerin bir arada anılması gelenekti. Ziya ağabeyim benden dört yaş büyüktür. Bir de benden iki yaş küçük Şükriye isminde bir kız kardeşim vardır.












Annem Fatma Hidayet Hanım İstanbul’un Şişli semtindendir. Uzun boylu, buğday benizli, güzel bir kadındı. Biz onun terbiyesi altında yetiştik. Daha sonraki yıllarda, ben on yaşlarında falandım, Kanlıca’da oturuyorduk. Ben Rüşdiye’ye devam ediyordum, babam bilemediğim sebeplerden dolayı annemi boşadı.”
                                                                                                               Hatıralar, Cemil Filmer, 1984

Tevfik Ağabey

Zaman zaman Şişli’deki evimizin karşısındaki süvari karakoluna gider, otururdum. Askerler bana babamın rütbesine uygun bir şekilde saygı gösterir, mevsimine göre meyveler ikram ederlerdi. Bir gün karakolda oturuyorum. Benden altı yedi yaş büyük, bir gözü şaşı, tıbbiye üniformalı, uzun boylu biri geldi.
“Cemil ben senin ağabeyin Tevfik’im, beni tanıdın mı?” dedi.
Esasen babamın önceki hanımından olan bu ağabeyimi biliyordum, duymuştum ama o güne kadar kendisini görmemiştim.
Tevfik ağabeyimin annesi Kasımpaşa’lıdır; Şahver Hanım. Babam kendisi ile fazla yaşamamış, boşamış. Kasımpaşa’da otururdu. O muhitin bütün özelliklerini gösterir, dehşetli, yaman bir kadınmış. Oğlunu ve bir de Pakize isimli kızını alarak Kasımpaşa’ya dönmüş ve çocuklarını büyütmüş.
Tevfik ağabeyim babama düşman olarak yetişmişti; geçimsizdi, çapkındı, kumarbazdı, babama duyduğu husumet yüzünden bir gün gizlice gelerek, evimizi ateşe vermeye bile kalkışmıştı. Babam onun eve alınmasını yasaklamış, adeta evlatlıktan reddetmişti.

Hatıralar, Cemil Filmer, 1984

Wednesday, July 25, 2012

Sabahat Filmer de şöyle giriş yapıyor hatıralarına:

İstanbul yaklaşan baharın neşesi içindeydi; ağaçlar çiçeklerle donanmıştı. Kuşlar ötüyor, gök kubbesi bin renkle süsleniyordu. Rüzgarda doğanın sıcak nefesi şarkılar fısıldıyor, dünyanın uyanışı herkese neşe veriyordu. Yalnız biz, elleri, gönülleri derin bir matemle birbirine bağlı anne ile kızlar bu uyanışı yadırgıyor, kendimizi bu aleme yabancı sayıyorduk.


O sevgiliyi doğunun kara toraklarına bırakıp buralara gelesi daha bir ay olmuştu, ama ruhumuz yüz yılların acısını yüklenmiş, kalbimiz onsuzluğun hasretiyle yanıp kül olmuş gibiydi. Gözlerimiz, içi alev gibi yanan pelerinine sarılı genç Kurmayın vakur duruşunu, heybetli edası ile fırkadan dönüşünü bir daha göremeyecekti. Genç eşi onu kapıda karşılayamayacak, küçük kızı kolları arasında duyduğu eşsiz sevinci bir daha tadamayacaktı.
















Orada bıraktığımız bu kahraman, bu büyük asker benim babamdı. Şimdi hayalini kucaklayacakmışcasına kollarını boşluğa uzatan genç, gözü yaşlı kadın da bahtsız annemdi.

Atatürk Yolunda Büyük Adımlar, Sabahat Filmer, 1983

Sunday, July 22, 2012

Sabahat Hanım ile Cemil Bey evleniyorlar


Bir gün gurup halinde Beşiktaş tramvayına binmiştik. İş arkadaşım Cemil de bize katılmıştı. Birden Cemil’in yıldırım gibi sahanlıktan fırladığını, Fındıklı Camii önünde bir polisimizi döven bir guruba saldırdığını gördük. Tramvay durmuştu. Diğer arkadaşlar da oraya koştu, birbirlerine girmişlerdi; tartaklananlar, yumruklardan yuvarlananlar, düşen kalkanlar, orasını bir anda karıştırmıştı.Her ağızdan başka dilde sözler duyuluyor, düdükleri kulaklarımızda çınlıyordu. İşgal kuvvetlerinden bir gurubun yokuştan aşağı koşarak geldiklerini gören vatman “çabuk atlayın, yardım geliyor” diye bağırdı. Arkadaşlar polisle Cemil’i halkın arasından zorlukla geçirip tramvaya bindirdiler...
“Arslanlar gibi dövüşüyordunuz. Sizlerle iftihar ettim, gurur duydum.”
*
İçimde garip bir heyecan vardı. Az sonra Fatma’yı evine bırakmak için kalktılar. Ayrılırken ellerimiz birbirini daha uzun tuttu, gibi geldi bana. Kapıyı kapattıktan sonra gecemi, bugünün çeşitli hatıraları ile doldurmak, o heyecanlı dakikaları tekrar yaşamak arzusuyla odama çıktım. İçim yorgundu, Cemil’in kendisini cehennemin ortasına atması beni korkutmuş, fakat ruhunda şahlanan kahramanlık hissini beğenmiştim.

Atatürk Yolunda Büyük Adımlar, Sabahat Filmer, 1983

Friday, July 20, 2012

Annemin Ailesi

Onları çok yakından tanıma şansım olmadı. Babaannem ve öteki dedem gibi arkalarında yazılı eserler bırakmadıkları için de, diyeceklerim sadece duyduklarımdan ve hatırlayabildiklerimden ibaret kalacak. Çerkez oduklarını ve Kafkasya’dan geldiklerini biliyorum; anneannemin annesi çerkesceden başka dil konuşmazmış, oysa anneannem hem çerkesce hem de türkçe konuşurdu. Anneme gelince onun çerkes edebiyatının ise sadece bir kaç kelime ve cümle ile kısıtlı olduğunu söyleyebilirim.


Anneannem bizimle birlikte yaşardı. Bana ve kardeşime baktığını biliyorum. Henüz ilkokula başlamışmıydım tam hatırlamıyorum, son zamanlarını hep yatakta yatarak geçiriyordu ve annem bir yerlere gittiğinde, başında durmamı tembihlemişti. İhtiyacı olduğunda  elimdeki tası ona uzatırdım, o da içine tükürürdü. İşte öyle bir günde artık onun bana hiç yanıt vermediğini, sessiz ve soluksuz öylece orada yatmakta olduğunu fark ettim. Anneannemin ölümüne böyle şahit olmuştum. Annemin babasını ise hiç göremedim. Doktor Şerafettin ben doğmadan iki yıl önce ölmüş. Annem, onun köylünün derdine derman olmak üzere, kar kış demeden, atla ya da kızakla, saatlerce yol almaktan çekinmeden köylere gittiğini anlatırdı. Cenazesi de o denli ihtişamlı olmuş; onu son yolculuğa uğurlamak üzere insanların akın akın köylerden geldikleri anlatıldıkça, benim gözlerim yaşarırdı.


Sunday, July 15, 2012

Metin Filmer 5 Eylül 1920 yılında İstanbul'da doğdu.

.. Hiç bir yerden gelirim yoktu. Evde aylık yemek listeleri tanzim etmiştim. Gıdamızı ucuz yoldan temine çalışıyordum. Haftada bir şekersiz incir hoşafı ve daima bayat ekmek yiyorduk. En birinci gıdamız makarna, pilav ve kuru fasulya idi. Kayınvalidem Bergüzar Hanım gün görmüş biri idi. Benim aileye bakmak için nasıl didindiğimi görüyor ve bana destek olmaya çalışıyordu. Eşim o günlerde ilk çocuğumuza hamile idi. Günü gelince zor bir doğum yaptı. Doktor doğum sonrası 10 lira tutarında ilaç yazmıştı. Cebimde 5 lira vardı. İlaçları tanıdığım eczaneden veresiye alabildim. Oğlum Metin’in dünyaya gözlerini açtığı günlerde işte böyle zor şartlar altında bulunuyordum. Lakin onun doğumu ile evimize bir bereket doğacak, kazancımız umulmadık sebeplerle artacaktı.
Hatıralar, Cemil Filmer, 1984

Saturday, July 14, 2012

Galatasaray'da

Metin ilkokulu, ortayı ve liseyi Galatasaray'da okudu.


Okulun ilk yıllarında hocaları İsmail Hakkı Bey, Naci Bey, İzzet Zeki Bey, Faruk Bey ve Joye Frortier ile çekilmiş sınıf fotoğrafı. (Üstten ikinci sırada, soldan dördüncü)


Mezuniyet yaklaşmış iyice. Lisenin son günlerinde arkadaşlar ile okul bahçesinde çekilmiş görüntüler. (27/4/1939)


Uzun boyu ve sporcu fiziği ile okulda her zaman göze çarpardı. Galatasaray'ın hem voleybol hem de entbol takımlarında, takım kaptanı olarak oynadı. Bu dönemde Galatasaray'a çok sayıda Türkiye şampiyonluğu yaşattılar.



Voleybolda yeni bir GS-FB ezeli rekabeti öncesi toplu görüntü. Metin en ortada grand tuvalet, sakatlanmış olmalı..

Friday, July 13, 2012

Gençlik Yılları

Dr. Vedat Özsezen ile ömür boyu süren bir dostluk


Dr. Vedat onun en yakın dostu idi, gençlik günlerinde yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Bu dostluk ikisinin de ev bark sahibi olmasından sonra da sürdü. Yazlıkta ve kışlıkta, eğlencede ve matemde, çoluk çocuk hep birlikte oldular, ta ki Vedat Bey’in 1984 Ocak ayında oldukça erken bir yaşta vefat ettiği güne dek.

Hukuk Fakültesini birincilikle bitiriyor.

Galatasaray Lisesi'ni 1939 yılında bitirdi. Doktor olmak istiyordu. Sorbonne Üniversitesine yapmış olduğu başvuru kabul edilmiş, yeri ayrılmıştı. 2. Dünya savaşı patladı. Fransa'ya kara yolu ile gitme şansı yoktu. Gemiyle Mısır'a gidip oradan da Marsilya'ya gitmeye çalıştıysa da, Almanlar Akdeniz'deki tüm düşman gemilerini batırıyorlardı. Altı ay kadar orada gemi bekledi. Alışamadığı bu iklim koşullarında ciddi olarak hastalandı ve yurda geri dönmek zorunda kaldı. Kader onun en büyük hayali olan doktorluğa giden yolu kapatmıştı. İstemeye istemeye İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girdi, burayı birincilikle bitirdi, ama hiç bir zaman hukuk mesleğine ısınamadı ve bu alanda hiç çalışmadı. Altta mezuniyeti sınıf arkadaşları ve hocaları ile kutlarken görülüyor.



Burada da mezuniyeti ailesi ile birlikte kutlarken görülüyor.